AV. İbrahim Güllü // Tüketici Başvuru Merkezi Genel Başkanı
Nedir sivil toplum? Sivil toplumdan anlamamız gereken ne? Bu kadar üzerinde konuşulan ve herkesin sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarından bahsettiği bir ortamda sivil toplumu nereye oturtmak gerekir?
Locke sivil toplumun tümüyle devletten bağımsız olduğunu savunup, görevinin devleti kontrol etmek olduğu öne sürerken, Konrad anti-politika düşüncesiyle sivil toplumun devlete bir alternatif olduğunu iddia etmiştir. Montesquieu ise devlet ile sivil toplum arasında keskin bir çizgi olmadığını ve sivil toplumun devlete toplumsal katılımı sağlaması için destek olmakla sorumlu olduğunu ileri sürmüştür.
Bu sivil örgütlü yapı dünyada ve Türkiye’de çeşitli adlarla tanımlanmaktadır. Türkiye’de etkili bir güç odağı haline gelmeye çalışan Sivil Toplum Kuruluşları (STK), yasama, yürütme, yargı ve medyadan sonra “beşinci güç” haline gelmiştir.
Sivil toplum ve demokrasi birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Sivil toplumun olmadığı yerde demokrasiden, demokrasinin olmadığı yerde de sivil toplumdan bahsedilemez. Bir ülkede ne kadar demokrasi ve insan hakları vardır diye bir ölçü bulunmak istenilse, demokrasinin ölçüsünü, sivil toplumun halk arasında yaşanabilirlik ve benimsenebilirlik ayarı oluşturacaktır. Katılımcı demokrasiyi özümsemiş toplumlarda STK’lar kurum içi işleyişleri ile demokrasi kültürünün oluşmasını da sağlamaktadırlar. Toplum içindeki büyük demokrasi, STK’ların çalışmalarında uyguladıkları kurumsal yapıları içindeki küçük demokrasi uygulamalarının dışa yansımalarının tezahürüdür.
Demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve her şey insan için anlayışının önündeki en büyük engel ve tehlike olarak STK’lar içindeki ideolojik yaklaşımlar göze çarpmaktadır. Sivil toplum aktivistleri-aktörleri arasındaki özellikle ideolojik yaklaşımlar nedeniyle uzlaşma, ortak çalışma ve koordinasyon alanlarını ve kanallarını tıkanmaktadır. Hâlbuki belki de aynı şeyi söyleyen, aynı şeyleri isteyen insanların sadece ve sadece ideolojik yaklaşımları ve uzlaşma kültürüne sahip olamamaları (küçük olsun ama benim olsun ya hep ya hiç mantığı) nedeniyle, demokrasinin zaman zaman kesintiye de uğramasına, sivil toplumdan uzaklaşılıp, postal ve verilene razı, el pençe divan duran hak ve özgürlük dilencisi birey topluma geçilmektedir. Sivil toplum demokrasinin yaşanamadığı yerde postal demokrasisini! yaşamak zorunda kalırız.
Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Ancak demokratik nitelemesine karşın, halkın yönetime katılma hakkını yeterince kullanamadığı görülmektedir. Adı demokrasi olmasına rağmen insanımızın demokratik haklarını kullanamamasının önündeki engeller (Siyasi partiler kanunu, seçim kanunları vb) olduğu gibi insanımızın demokrasiyi özümseyememesi ve katılımcı olmaktan kaçınması da büyük etkendir.
Tüm gelişmiş ve insan odaklı toplumlarda bireyler hayatın içinde aktif durumda bulunmakta ve örgütlü durumdadırlar. Bireysel özgürlükleri korumak ve geliştirmek, kamusal alana müdahale edebilmek ancak sivil toplum kuruluşları içinde bulunmakla mümkün olabilmektedir. Sivil toplum, hayatın içinde hayata doğrudan işleyen en etkili silah durumundadır. Sivil toplumun hayatın içinde etkin biçimde olması, sivilleşme ve demokratik toplum olmak açısından çok önemlidir. Bu sayede iktidar-halk arasındaki denge sağlanmakta ve iktidarın dayanılmaz gücü ve baskısı karşısında halkın ezilmesi önlenmekte, iktidar tabir caizse dizginlenebilmektedir. Güç bu sayede asıl sahibine yani halka geri dönmektedir.
Devletin yönetilmesinde, halkın kaderinin belirlenmesinde, halkın refah ve mutluluğunu tayin eden kararların alınıp uygulanabilmesinde, adil bir yönetimin sağlanmasında, insan odaklı yönetim tarzlarının benimsenmesinde, iktidar ile halk arasındaki iletişimin kurulmasında sivil toplum kuruluşları baş aktörlerdir. Sivil toplum, toplum yönetiminde iktidarın gizli ortağı ve iktidarın asıl sahibi durumundadır. Tabii ki kullanılırsa…
İngiltere’de sivil toplum kuruluşlarının “temsil edilemeyenlerin sesi” olarak nitelendirilmesi, sosyal ve çevresel gelişimin kalbi olarak görülmesi ne kadar yerinde ve anlamlıdır. İngiltere’de 2006 yılı verilerine göre STK ların sayısının 168.800 olduğu dikkate alınırsa (bu sayıya bu kuruluşlara bağlı 21.800 kuruluşun da eklenmesi gerektiği) ve STK’larda bir milyona yakın insan istihdam edildiği düşünülürse kendimizi sorgulamamız gerektiği ortadadır.
Türkiye’deki sivil kuruluşları, taraftarlık veya destekçilik yaklaşımı içerisinde hareket etmekten sıyrılarak, vizyon sahibi, kitleleri peşinden sürükleyen, inisiyatif kullanan, girişimci, kendiliğinden harekete geçebilen, aktivistleri aktif vatandaş bilinci ile hareket eden, yüklendiği sorumluluğun bilincinde sosyal sorumluluk taşıyan, kurumsal yapısıyla insan odaklı hareket eden, halkın gür sesi olan kurumlar olmalıdır.
Demokrasi kültürü yerleşmiş güçlü toplumlar ancak güçlü bir sivil toplum ile mümkündür. Çünkü bu toplumların balans ayarı sivil toplumla yapılır. Sivil toplumun balans ayarını yapamadığı yerde postal demokrasini halka servis etmek isteyenler her zaman olacaktır.