Güldeğer Gökçek Varol // Tüketici Birliği Federasyonu (TBF) Genel Sekreteri ve Yönetim Kurulu üyesi
Hatırladınız mı, bu reklam sloganını?..
Ülkemizde yıkanmadan, fırınlanmadan, pişirilmeden alındığı gibi yenecek olan gıdaların çoğu açık olarak satılıyor.
Virüsün ortaya çıkması beklenmeden, bu gıdaların poşetlenmesi veya bazılarının üretiminin durdurulması gerekirdi. Ama yine, aklımız çok sonra gelecek gibi…
Ekmek ve hijyen deyince, tanıdık bir firmayı hatırladım, bu sabah. Uğuruna kanunlar çıkarılan, en bereketli topraklarımızda fabrika kuran, bizi mısır şurubuna gark eden bir ABD firması… Bu firmanın, Dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmış bölge müdürlükleri vardır. Bunlardan biri de İstanbul’dadır. Bulunduğu her ülkede olduğu gibi İstanbul’daki müdürlüğünün çeşitli departmanlarına da belli aralıklarla değişik Ülkelerdeki müdürlerini atar. Atadığı kişilere gittikleri Ülkeyi bir iki ay kadar değerlendirmeleri, kendileri için uygunsa işe başlamaları gibi bir seçenek sunar. Genelde görevli eşler firmayı tanımaya çalışırken diğer eşlere deneyimli şoförlü araba tahsis edilir. Bu eşler, İstanbul’u hallaç pamuğu gibi atar. İstanbul’u gezen eş, o kısa zaman diliminde; bizim bile bilmediğimiz kıyısını köşesini, geleneğini, alışkanlığını bizden iyi öğrenir, İstanbul’un…
Hatırlıyorum, 90’ların ortalarıydı, Fransa’dan firmaya bir müdür atanmıştı. Kendisi firmanın Altunizade’deki müdürlüğünü tanımaya çalışırken, eşi de İstanbul’daki tanıdıklarını şoförü bıktıracak kadar ziyaret etmişti. İstanbul’da kalırlarsa alışveriş yapacağı yerleri de bu ziyaretlerde öğrenip, hepsini bir bir denetlemişti…
Sizi yormayayım. Sürenin son günlerinde Türkiye’de kalma kararını eşine söyleyecekken kadın bir şey fark ediyor; sıkışık Boğaz trafiğinde etrafına bakınırken gördüğü şey karşısında dehşetle irkiliyor.
Yok, yolda karısını bıçaklayan birini görmüyor. Henüz o şerefe nail olmuş değil(?!)
Ekmeklerin, üretildiği fırınlardan sıcak sıcak, delikli küfelere doldurulup, üzerine meşinleşmiş kiriyle branda örtülüp başka hiçbir hijyen önlemi alınmadan Allah’a emanet olarak bakkallara sevk edildiğini görüyor. Hem de pejmürde bir insan eşliğinde yayan olarak, iki tekerlekli demir çekçek üstünde…
“Asla, bu Ülkede yaşamam!” diye nasıl bağırdığını duymanızı isterdim.
Ben duydum. Yüz yüze şahit oldum. Ve utandım. O gün bugündür, bakkaldan tek bir tane ekmek almadım. Belediyenin el değmeden hazırlanan, el değmeden paketlenen ekmeğinden aldım.
O yıllarda görevli olarak Ülkemize gelen yabancıların çoğu ekmeklerimizin bu haline ve sokaktaki başı boş köpeklere hayret ederdi. Yıl 2020, fark eden bir şey yok.
Bazı konularda çelik gibi bir irademiz var(!?) Vazgeçemediklerimiz var. Ekmeğin bu kadar uluorta açıkta satılması, herkesin ekmeğe el sürmesine izin verilmesi hala yaşadığımız bir gerçek. Anlayabilmiş değilim ama böyle… Yıllardır, bazı zincir marketlerin çalışanlarını ekmeği yere çok yakın dizdikleri için uyarmaktan, bir ekmek almak için on ekmeği sıkıp bırakanları ikaz etmekten bıktım.
Yere düşen ekmeği öpüp başına koyanla, ekmeği zelil gören bu kültür aynı kültür olamaz. Olmamalı!.. Bir yerlerde hata var.
Dilerim, virüs ders olur da insana da nimete de yakışmayan bu alışveriş ve hizmet şekli son bulur.