Su, sulak alanlar ve yaşam ayrılmaz bir bütündür

436

Murat KAPIKIRAN // TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı

*Yönetim kurulu adına basın açıklaması

Dünyada sulak alanlara yönelik ilk uluslararası sözleşme 2 Şubat 1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde “Ramsar Sözleşmesi” adıyla imzaya açıldı. Bu anlaşmayla birlikte taraf olan ülkeler, özellikle su kuşlarının yaşama alanı olması dolayısıyla belirlenen kriterlere uyan sulak alanları koruma altına almaktadır. Ramsar Sözleşmesi, sulak alanları “doğal ya da yapay, sürekli ya da mevsimsel, tatlı, acı ya da tuzlu, durgun ya da akan su kütleleri, bataklıklar, turbalıklar ve gelgitin çekilmiş periyodunda derinliği altı metreyi aşmayan deniz suları” olarak tanımlanan  alanları ve buralarda yaşayan canlıları korumakla yükümlüdürler.

Su, sulak alanlar ve yaşam ayrılmaz bir bütündür. Sonuçlarını etkili bir şekilde yaşamaya başladığımız su krizi aslında “sulak alan” krizidir. Kuraklık, sulak alan azalmasının sonuçlarından biridir. Yaşamın temel gereksinimi tatlı suyun kaynağı olan ekosistemler yok olmaya devam ediyor. Bu durum geniş toplum kesimleri ile merkezi ve yerel yönetimlerce yeterli seviyede anlaşılmış değildir.

Dünya’da erişilebilir tatlı su varlığı, toplam suyun %1’inden azdır. Ve nehirler, akarsular, göller, bataklıklar, haliçler ve akiferler gibi sulak alanlarda depolanır.

Dünya günde 10 milyar m3 den fazla tatlı su tüketiyor. Ancak 2050 yılında beklenen 10 milyar küresel nüfus için tatlı su kullanım alışkanlıklarımız değişmeyip ve suyun /kaynakların ticarileştirilmesi devam ederse %55 daha fazla tatlı suya ihtiyaç olacaktır. Bu talep ve beklenti sulak alanlar üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır.

Kimyasallar, plastikler ve arıtılmamış kirli sular, sulak alanları kirleterek 2,2 milyar insanın güvenli olmayan su içmesine/kullanmasına ve tarımsal sulamada kullanmasına yol açarak, her yıl en az 500 bin insanın ölmesine neden oluyor. Sulak alanlar, dünya türlerinin % 40’ına, tüm hayvan türlerinin ise %12’sine ev sahipliği yapıyor.

Nehirler, göller, bataklıklar ve turbalar dahil olmak üzere dünya sulak alanlarının yaklaşık %90’ı yok oldu ve sulak alanları ormanlardan üç kat daha hızlı kaybetmeye devam ediyoruz.

Sulak alanlarda yapılan kıyı su balıkçılığı yerel ve ulusal ekonomi için önemli katkılar sağlar. Kıyı sularında yapılan balıkçılık, tek başına bürüt yıllık 34 milyar dolar dünya üretimine katkı sağlamaktadır. Sulak alanlar kültürel, sanatsal ve psikolojik fayda sağlarlar. Karasal ve kıyısal sulak alanlarda yapılan hobi balıkçılığının (Recreational fishing) kayda değer geliri vardır. Amerika’da 35-45 milyon insan hobi balıkçılığı yapar ve toplamda her yıl 24-37 milyar dolar para harcanır.

Sulak alanlar bitkisel ve hayvansal tarım yapılmasına da olanak sağlar. Çeltik (Pirinç) 3 milyar insan için temel besin kaynağıdır ve doğal ya da yapay sulak alanlarda yetiştirilir. Dünya üzerinde tarıma elverişli arazilerin %10’u olan 153 milyon hektar arazide çeltik üretimi yapılır. 

Hem kıyısal hem de karasal sulak alanlar su döngüsünü önemli derecede etkilerler ve böylece içme suyu, enerji, deniz ulaşımı gibi ihtiyaçları sağlarlar. Su tedariğinde önemli rol oynayan yer altı suları eksildikçe sulak alanlar vasıtasıyla tekrar dolarlar, dünyada yaklaşık 1.5-3 milyar insan kaynak olarak bu içme suyuna bağımlıdır.

Sulak alanlar iklimi etkiler ve mikroklimayı düzenleme etkisine sahiptir. Karbonun tutulması vasıtasıyla iklim değişikliğini azaltıcı, engelleyici etkide bulunur. Dünya üzerinde yaklaşık %3-4 oranında alan kaplayan turbalıklar yaklaşık olarak 540 milyar ton (gigaton) karbondioksiti tutup, atmosfere salınımını engelleyerek katkı sağlar.

İklim değişikliğinin etkilerinden olan taşkınlara karşı fiziksel tampon görevi görerek yıkıcı etkilerini absorbe ederlar.

Sulak alanların işlev ve değerlerinin anlaşılmasında etkili olan etmenlerin başında fazla sayıda hayvan ve bitki türüne yaşama ve üreme ortamı sağlaması gelmektedir. Sulak alanlar, pek çok kuş türünün yanı sıra, çok sayıda tatlı ve tuzlu su balığının da yaşam döngüsünde önemli bir yer tutmaktadır. Birçok kuş türü, hem göçleri sırasında dinlenme ve barınma yeri olarak hem de yırtıcılardan korunmak için sulak alanlardan faydalanmaktadır. Çoğu sulak alan balıklar için yumurtlama, barınma ve avlanmadan korunma ortamı olarak hizmet etmektedir. Hem karada hem suda yaşayabilen hayvan türleri için üreme ortamı olarak kullandıkları sulak alanlar, birçok memeli ve nesli azalmış ve tehlikede olan canlı türlerini barındıran ekosistemlerdir.

Sulak alanlar, tatlı su depolarıdır. Suyu arıtarak, ihtiyaç duyulan temiz tatlı suya erişimi ve ekosistemlerin işleyişini, atıkların toksinlerden arındırılmasını sağlarlar. Çoğu sulak alanın %80 den fazla nitrat konsantrasyonunu azalttığı bulunmuştur. Dünyanın en önemli genetik rezervuarları, biyoçeşitlilik kaynaklarıdır. Sulak alanlardaki biyoçeşitlilik sulak alanların sağladığı diğer önemli faaliyetlerin sağlıklı işlemesini sağlar. Bu alanlar; taşkın kontrolü sağlama, erezyonu engelleme, mikroklimayı etkileme, yeraltı sularını besleme, kıyı çizgisini korunma, fırtınalardan korunma, sediment ve besin depolama, iklim değişikliği kontrolü ve su arıtımı ile sosyo-ekonomik olarak çevreye değer katma gibi sayılamayacak kadar çok işlevi var.

Türkiye’nin sulak alanları

Türkiye’de 1991’de Çevre Bakanlığı’nın kurulmasının ardından Bakanlık bünyesinde “sulak alanlar birimi” de kuruldu. 1993’te ise “Sulak Alanların Korunması Genelgesi” Bakanlık tarafından yayınlandı. 1994’te Türkiye, Ramsar Sözleşmesi’ne taraf olarak Manyas Gölü, Burdur Gölü, Sultan Sazlığı, Seyfe Gölü ve Göksu Deltası’nı Sözleşme’ye dahil etti.

Ramsar Sözleşmesi kriterlerine göre Türkiye’de 200’e yakın alan, uluslararası öneme sahip sulak alan olarak tespit edilmiş.  Ancak Sözleşme kapsamında sadece 13 sulak alan mevcuttur. Bunlar: Manyas Kuş Gölü, Akyatan Lagünü, Gediz Deltası, Göksu Deltası, Kızılırmak Deltası, Kızören Obruğu, Burdur Gölü, Kuyucuk Gölü, Seyfe Gölü, Uluabat Gölü, Meke Gölü, Sultan Sazlığı ve Yumurtalık Lagünü’dür. 2013’de Nemrut Krater Gölü’nün katılmasıyla 14 Ramsar alanımız olmuştur.

Sulak alanlarımızın yarısı  (yaklaşık Marmara Denizi kadar),  son 40 yıl içinde yok oldu. Hububat üretiminde 1. Sırada bulunan Konya Kapalı Havzası’nda aşırı sulama ve yanlış alt yapı projeleri nedeniyle sulak alanların %65’i yok oldu. Tuz Gölü yok olmak üzere, Bafa Gölü’ndeki balık stoklarında ise %97 oranında azalış söz konusu.

Elektrik Enerji Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’nde, “2023 yılına kadar Türkiye’de yenilenebilir kaynakların, elektrik enerjisi üretimi içindeki payının en az %30’lar düzeyine çıkması, teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek hidroelektrik potansiyelinin tamamının elektrik enerjisi üretiminde kullanılması sağlanacaktır” ifadesi, sulak alanlar üzerinde enerji üretim yatırımları bakımından yıkıcı baskı oluşturmuştur.

Türkiye’deki pek çok sulak alan aşağıdaki sebeplerden dolayı kirlenmiş, yok olmuş veya olmaktadır.

Tarımsal sulamada vahşi sulama yöntemleri; (Orta Anadolu’da bulunan Beyşehir Gölü, Tuz Gölü, Ereğli Sazlıkları, Kulu Gölü, Meke Gölü, Seyfe Gölü, Sultan Sazlığı, Akşehir – Eber Gölleri)

Endüstri, kentsel kullanım sonucu oluşan atıksuların ve kalıntı barındıran tarımsal atıksuların arıtılmadan doğaya geri verilmesi; (Eğirdir Gölü, Bafa Gölü, Tuz Gölü, Gediz Deltası, Uluabat Gölü, Beyşehir Gölü, Burdur Gölü, Göksu Deltasu, Sapanca Gölü, Akyatan Lagünü)

Plansız kentleşme sonucu yerleşim yeri açmak için kurutulan sulak alanlar; (Birçok kent çevresinde mevcuttur.)

Baraj, HES ve havzalar arası su transferi gibi doğa ve toplum üzerinde olumsuz etkileri dikkate alınmamış  altyapı projeleri; (emen her akarsu üzerinde mevcuttur.)

Otoyollar ve köprüler gibi dev ölçekli projeler; (Uluabat Gölü, madencilik, taş ocakçılığı faaliyetleri hemen her bölgede mevcuttur.)

Sulak alanları besleyen havzalarda metal ve diğer madencilik faaliyetleri; (Hemen her havzada mevcuttur.)

Yasak balıkçılık ve avcılık faaliyetleri sonucu sulak alan ekosistemi bozulmaları (Eğirdir Gölü ve Beyşehir Gölü).

Yok etmeyi bırakıp sulak alanları onamaya başlamalıyız.

Her birey ve kurum su tasarrufu ve sulak alanları koruma sorumluluğu taşımalı, bu durum yasalarla zorunlu kılınmalı ve denetlenmelidir.

Sulak alanlarda su yönetimi için yeterli kaynak ayrılmalı ve doğal çözümler içeren yatırımlar yapılmalıdır. Entegre sulak alan yönetim planlamaları ve politikaları geliştirilmeli ve yürürlüğe girmelidir. Tahrip edilmiş sulak alanların aslına uygun restorasyonu hemen yapılmalıdır. Sulak alanların ekolojik ekonomik ve kültürel değeri farkındalığı için eğitsel ve sosyo-kültürel çalışmalar bir an önce planlanmalı ve başlamalıdır.

Sulak alanlarımız, plansız ve yanlış yönetilmekten dolayı kirlilik ve kurumalara maruz kalmaktadır. Ekolojik dengeye etkileri kırıma uğramakta, ekosistem ve halk sağlığı sorununa dönüşmektedir.

Bu yıl yaşanan kuraklık temiz ve yeterli tatlı suyun önemini bir kez daha göstermiştir.

Sulak alanların korunması demek suyun, toprağın, havanın, gıdanın ve sağlığın korunması demektir.

Su ve sulak alanlar halkındır, kamunun müşterek değeridir. Ticarileştirilemez, özelleştirilemez, metalaştırılamaz.

Su sağlıktır. Sağlıklı bir çevrede yaşamak her canlının temel hakkıdır.

Halk ve ekosistemin ihtiyacı olan bilime dayalı, su ve sulak alan yönetimi, kamu idaresinin temel görevidir.

2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü “Kutlu Olsun”.